Kontrol Manyağı

Bazen etrafınızı biraz fazla kontrol ettiğinizi düşünebilirsiniz. Belki işinizi ve hayatımızı etkileyen insanlara biraz fazla karışıyorsunuz. Belki önünüze konan herşeyi seçmek istiyorsunuz. Kendinizi bir kontrol manyağı olarak görmeye de başlamış olabilirsiniz. Diken üstündesinizdir. Bunda bir sakınca yok belki de. Demiyorum ki insanları kırın. Demiyorum ki yabancıların micro management dedikleri gibi çalışanlarınızın her işine karışın. Ama ufak tefek kontrolcü olmak, belki biraz kontrol manyağı olmak iyidir.

Kır atın ya huyundan, ya tüyünden

Babamın bana üniversiteye başlarken bir tavsiyesi vardı. Oğlum demişti, kır atın ya huyundan, ya tüyünden, arkadaşlarını iyi seç. Ne demek istediğini ve bu tavsiyesinin gerçek anlamını o an belki anlayamamıştım. Fakat artık anlıyorum ve anlatıyorum.

Söylenme, yap

Gençlere sürekli bu iki kelimeyi hatırlatıyorum. Söylenmeyi bırak da artık diyorum, kalk yerinden yap. Söylenmek son derece zaman kaybıdır, yapmaya başlamanın zamanı.

 

 

Bağımlılık mı, alışkanlık mı?

Uzun zamandır konuşulan davranışlarla ilgili ortaya atılmış yirmi bir gün kuralı denen bir şey var. Diyorlar ki bir şeyi yirmi gün boyunca yaparsan yirmi birinci gün ona alışırsın. Hele ki uyuşturucu yada madde kullanımında vücudumuzu ekliyen bazı kimyasallar var, bunlar bağımlılık yapıyor. Acaba bu varım ne kadar doğru, yada daha doğrusu alışkanlık denen şey nasıl bir şey?

Uyuşturucu bağımlılığı hakkında 20nci yüzyıl başlarında fareler üzerinde çeşitli laboratuvar çalışmaları yürütülüyor. Bir kafese iki ayrı kapta su konuluyor ve bunlardan birine morfin katılıyor. Bu kafeslere tek başına yerleştirilen ve tek başına yaşayan bu fareler ilk başta iki suyun da tadına bakıyor ve sonra her seferinde morfinli olan suyu tercih etmeye başlıyor. Bir zaman sonra da aşırı dozdan öldükleri gözlemleniyor. Bu ve sürekli duyduğumuz “eroinman gencin sonu” hikayesi bize uyuşturucu bağımlılığı hakkında bugün bildiğimiz şeyi anlatıyor. Uyuşturucu bağımlılık yapar, bu da uyuşturucuda bulunan kimyasallar yüzündendir.

Fakat 1970’lerde Profesör Bruce K. Alexander adında Kanadalı bir psikolog bu deneyi farklı bir boyutta tekrarlamayı düşünüyor ve sonuçlarını 1981’de yayımlıyor. Profesör Alexander’ın hipotezine göre bağımlılığın sebebi uyuşturucu değil söz konusu bu farelerin yalnız ve ruhsal hayata olumsuz etki eden yaşam koşulları. Yani ilacın kendisinin herhangi bir bağımlılık yapıcı özelliği yok. Profesör Alexander bilinen eski deneye farklı bir şey ekliyor. Bir fare parkı. Deney yine aynı başlıyor fakat bu sefer fareler fare parkı denilen bir yere yerleştiriliyor. Burası bir fare cenneti ve içeride bir sürü fare oyuncakları ve başka fareler var. Fareler burada Disneyland’da yaşıyor gibi arkadaşlarıyla eğlenerek, sosyalleşerek geçiriyor zamanlarını. Ve sonucunda bu farelerin içinde uyuşturucu olan suyu değil, normal suyu tercih ettikleri gözlemleniyor.

Tabi ilk bakışta bu deney bize insanlarda uyuşturucu bağımlılığı ile ilgili yeterince bilgi vermiyor gibi gözükebilir. İnsan doğası bundan çok daha karmaşık ve uyuşturucunun etkisi çok daha kuvvetli diye düşünebiliriz. Ama şunu da sormak lazım. Neden hastanelerde ağrı kesici olarak yıllardır kullanılan uyuşturcu maddeler bu insanların çoğunu birer bağımlıya dönüştürmüyor?

Bunu açıklayan çok ilginç bir toplu deney daha var. 1971 senesinde Vietnam savaşının 16ncı senesinde Amerikalı kongre üyesi Robert Steele ve Morgan Murphy bütün Amerikan halkını korkutan bir şey keşfediyorlar. Sonradan daha kesin olarak açıklanan bulgulara göre bu askerlerin %40’ın Vietnam savaşı sırasında eroini en az bir defa denemiş ve en az %20’sinin savaş sırasında sürekli eroin kullanmış olduğunu görüyorlar. Bu sonuç Amerikalılar’ı “savaştan sonra sokakları uyuşturucu müptelaları basacak” endişesine sürüklüyor. Hatta dönemin başkanı Richard Nixon’ın emri ile bu askerlerin uyuşturucu bağımlılığını yenmesi için Uyuşturucu Bağımlılığını Önleme Özel Eylem Dairesi (The Special Action Office of Drug Abuse Prevention) kuruluyor.

İlginçtir, bir gün bu birimin çalışanlarından Lee Robins isimli bir çalışan görüyor ki bu askerlerin sadece %5’i sonradan tekrar uyuşturucuya bağımlı oluyor. Yani askerlerin %95’i neredeyse bir gecede bu alışkanlıklarından kurtuluyorlar. Bu bulgu normal bağımlılık tedavisinin işleyiş biçimine tamamen ters düşüyor. Sivil hayattaki uyuşturu bağımlılığının tedavisi farklı sonuçlar doğuruyor. Şöyle ki; bağımlılık tedavisi için kliniğe yatan bağımlılar eroinden tamamen kurtuluyorlar, fakat çıkıp evlerine döndükten sonra bunların %90’ı tekrar eroine başlıyor. Neredeyse her uyuşturucu bağımlısında aynı döngü gözlemleniyor. Fakat Vietnam’dan dönen askerlerde bu olay tam tersi şekilde işliyor. Peki neden? Daha doğrusu bu bulgular bize ne öğretiyor?

Sorunun cevabı fare parkında. Yani uyuşturucu bağımlılığını sönümlendirmek için yapılması gereken şey uyuşturucunun beyinde yarattığı etkinin yerini farklı bir şey ile doldurmak. Uyuşturucuya olan ihtiyacı, yani yalnızlığı, çaresizliği sonlandırmak uyuşturucuya olan gereksinimi bitiriyor.

İnsanoğlu temelde iki dürtüden hareketle karar alır: Sevdiğin şeye yaklaş, sevmediğin şeyden kaçın. Yani uyuşturucu kullanmak, kilo almak, bir hobiye tutku ile bağlanmak, aşık olmak, cep telefonu, Facebook yada kumar bağımlılığı hep beyinde benzer etkiyi yaratan şeylerdir. İstenilmeyen şeyden kurtulmanın yolu onun yerini başka bir şey ile doldurmak, beynimize o şeyi unutturmaktır. Bazen de o şeyin bulunduğu ortamı tamamı ile değiştirmektir. Kafeste yalnız yaşayanlar fareler gibi insanlar da bir fare parkına ihtiyaç duyarlar. Alışkanlığın gerçekleştiği çevrenizi değiştirmek alışkanlıklarınızı da değiştirmenize yardımcı olur.

Her gün korku ile yaşadığınız veya sizi yanlızlığa mahkum eden bir ortamda bulunduğunuzda kötü alışkanlıklar iyi dostunuz gibi gözükür. Ama Vietnam’dan dönen askerlerin ailelerine ve sosyal çevrelerine kavuştuğu gibi insanlar için fare parkına girerseniz eski kötü alışkanlıklarınız bir anlam ifade etmez. Alışkanlığı yaratan şey kimyasallar değil kafestir. İnsanların birbiriyle bağ kurmaya ihtiyacı vardır.

Mutlu ve ruhsal açıdan sağlıklı olduğunuzda çevrenizdekilerle güzel ilişkiler kurarsınız. Bu yüzden insan olarak ihtiyacınız olan güzel ortamlarda güzel alışkanlıklar edinmektir.

Wim Hof Nefes Tekniği

Wim Hof ünlü nefes tekniğini kameralar karşısında uygularken

Geçenlerde sağlık üzerine internetteki makalelerde gezinirken rastladığım 26 farklı dünya rekorlarıyla ilgimi çeken “Buz Adam” (The Iceman) lakaplı Hollanda’lı gözüpek maceraperest Wim Hof’un −20 °C soğuk havada Klimanjaro Dağı’na tırmanması çok ilgimi çekti. Biraz araştırınca bu adamın Wim Hof Nefes Tekniği denilen ilginç bir nefes tekniği olduğunu öğrendim. Kendisinin anlattığına göre bu teknik söz konusu uç denemeleri yapmasında kendisine çok yardımcı oluyormuş. Herhalde bunun dışında da bu dayanıklılığın bir açıklaması vardır. Ayrıca bir şeyi sürekli yapıyor olmak da insanı geliştiriyor ki yeteneğin temelinde de bu azimli ve düzenli çalışma vardır.

Fakat bence herşeyden öte böylesine doğaya meydan okuyan şeyleri denemek kuvvetli ve net bir bakış açısının neticesi. Wim Hof dört çocuğunun annesi olan ilk karısını üzücü bir intihar sonucu kaybetmiş. Söylediğine göre kendini çok etkileyen bu olay böylesine soğuk ortamlarla yüzleşmesi için teknikler geliştirmesine araç olmuş. Şurası kesin ki bir yetenek sizde Allah vergisi olarak olsun yada çalışmayla gelecek olsun, siz onu yüz üstüne çıkarmaya niyetli değilseniz gelişmez. Yani bir başarının asıl sebebi ne kullanılan teknik, ne nasıl bir kas yapın olduğu, ne de içinde bulunduğun şartlar. Tamam bunlar da başarının büyük yardımcısı olabilir ama esas olarak o işi yapmaya dair içinde sağlam bir gerekçen yoksa, bunların hiç biri bir işe yaramaz.

Aşağıda merak edenler için Wim Hof Nefes Tekniği’ni yazmak istiyorum ama bunu bir uzmana danışmadan tatbik etmemenizi istiyorum. Kısacası sizi bu tekniğe özendirip kendinize zarar vermenize sebep olmak istemem.

Nasıl Uygulanır?
  1. Wim Hof önce rahat bir pozisyona geçiyor.
  2. 30 defa hızlıca ağızdan veya burundan nefes alıp, bu nefesleri ağızdan hızlıca geri veriyor.
  3. Son nefesi verdiğinde derin bir nefes alıp ciğerlerindeki tüm havayı boşaltıyor ve nefesini tutuyor, beklemeye başlıyor.
  4. Nefesi kesildiği anda tüm ciğerlerini tekrar temiz hava ile dolduruyor ve bu sefer nefesini 10 saniye kadar tutuyor ve bırakıyor.

İşlem bitince rahat bir şekilde kendine gelene kadar bekliyor ve sonrasında içinde bulunduğu soğuk havada yürümeye başlıyor.

Lütfen bunu bir doktora yada uzmana danışmadan denemeye kalkmayın.

Hayatta bir nefesten fazlası ile daha da yükselmek isterseniz de koçluk için beklerim. Arayın, konuşalım.

Başka bir nefes tekniği daha öğrenmek ister misiniz? Tıklayın: Zihin Açıcı Bir Nefes Tekniği

Hedef dediğin nedir ki?

 

Hedef, üzerinde renkli yuvarlak çizgiler olan daire şeklinde bir tahta. Elinizde de bir ok var ve onun ortasına isabet ettirmeye çalışıyorsunuz. Google görsellerde arayın, karşınıza bundan çok farklı bir şey çıkmayacak. Bu mudur hedef? Hedef dediğin ulaşılmak zorunda olan nokta mı?

Hem evet, hem hayır. Anlatayım.

Hayata yeni adım atmış bir gencin en büyük fayda göreceği şey, bir hedefinin olmasıdır. Bazen ailesinden kendine bir kurulu düzen kalacak gençlere hedeflerini sorduğumda “Kendimi yetiştirip ailemin işinin başına geçeceğim.” cevabını alıyorum. Bence bu bir hedef değil. Bu, sadece şu an gitmekte olduğu yolun bir sonraki kaçınılmaz durağı. Zira tarih, sıfırdan başlayıp kendinden misli misli fazla imkanlara sahip olanları ezip geçenlerle doludur.

Alışkanlığımdır nerede sohbet edecek bir genç bulsam, çocuklara “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorulduğu gibi “Hedefin ne?” diye sorarım. Düşünün ki herhalde Büyük iskender 22 yaşında yola çıktığı zaman “Bir yere gidelim de neresi olursa olsun.” dememiş. Bu arada İskender’in hocasının da Aristo olduğunu unutmamak lazım. İskender öldüğünde bilinen dünyanın neredeyse çoğunu fethetmiş ve Cengiz Han’dan sonra yüzölçüm olarak en büyük imparatorluğunu kurmuştu.

Tabi ki herkesin Büyük İskender olmasını beklemek mantıksız olur. İş hayatının ilk yıllarında, 40 yıl sonraki hedefi görmek kolay değildir ama sonunda nereye gideceğini bilmeden hareket etmek de gelişmenin önünde bir çeşit engel teşkil eder. Bu durumda bir hedef yok diye hedef düşünerek boş gezinmenin de bir manası yok.

Bazen hayat, hedefi bize bir ilham şeklinde sunabilir. Çok duymuşuzdur 40 yaşına kadar bir mesleği yürütüp, 40 yaşında kendine “Ben ne yapıyorum?” diye soran, mutluluğu başka yerde arayanları. O yüzden bir gencin bir hedefi yoksa dahi onun yerine koyacağı bir şeyler olmalıdır. Daha doğrusu bir gün o ilham geldiğinde, o ilhamdan esinlenerek harekete geçmek için hazırlıklı olmak gerek. İşte bir hedefimiz henüz yoksa dahi yapmamız gereken şey, şimdiden hazırlanmaya başlamaktır.

Kişi en nihayetinde belirli bir olgunluğa eriştiğinde, belki 30 yaşında belki 40 yaşında kendini daha iyi tanıyor. O yüzden yaptığı tercihler ve aldığı kararlar da bu yönde oluyor. Öyleyse bu hazırlığın ilk aşaması kendini tanımaya çalışmaktır.

Bu genç ondan sonra kendine şunu sormalı: “Bu yeni tanıdığım ben, ne konularda kendini daha rahat, daha huzurlu, daha başarılı olabilecek gibi hisseder?”. Bu soruya vereceği cevap ile de kendini geliştirmelidir. Bu gelişim içerisinde kitaplar, kurslar, eğitimler, alınacak koçluklar, mentorluklar, gözlemlenecek ve örnek alınacak kişiler, tanışılacak yeni insanlar, belki meditasyon, bir hobi, müzik aleti, sanat dalı olabilir.

Yani zamanını boşa harcamadan bilinçli ve sistematik bir şekilde çalışma, bu çalışma için de güzel alışkanlıklar edinip, hayatını bir düzene sokma, bir gencin hedefine ulaşmasında fayda sağlayacak şeylerdir.

İşte o genç, bir gün gelip de “Ben hayatımda şunu yapmaya karar verdim.” deyip de hedefine yöneldiğinde dolu dolu, becerikli bir birey olmuştur. Artık hedef ne olursa olsun, o hedefe varmak için ihtiyaç duyulacak araçların önemli bir kısmı hazırdır.