Aile Şirketleri için Veliaht Eğitimi

Türkiye’de aile şirketleri son yıllarda devamlılığın önemini benim çocukluğumda gördüğümden çok daha önemser oldu. Bunu çalıştığım firmaların ötesinde, bir Veliaht Koçu ile çalışmaya şimdilik başlamayı düşünmeyen firmalarda dahi görüyorum. Belki öncelik sıralamalarında sonraki nesilleri iş hayatına, daha doğrusu şirketlerin üst düzeylerine hazırlama üst sıralarda değil, fakat bunun önemine varmış olduklarını söyleyebilirim.

Benim iş hayatımın ilk yıllarında bizim şirketimiz kurumsallaşma adına Adana’nın nispeten önde gelen şirketlerinden olduğundan bazı genç ve daha küçük firmaların patronları, çocuklarını bizimkisi gibi firmalara gönderirlerdi. Bizim fabrikamızda benim yakınımda olan gençlerin aileleri genelde benim büyüklerimin tanıdıkları ya da mal/hizmet aldığımız firmalar veya müşterilerimizdi. “Orhan bizim çocuk okuldan geldi. Senin oraya bir iki sene gelsin de biraz iş öğrensin.” derlerdi. Ben yapım gereği bu gençleri sahiplenir, onların elinden tutardım. Ne biliyorsam aktarmaktan büyük zevk alırdım. Şimdi düşünüyorum da bunlar gerçekten az çok vizyon sahibi insanlarmış.

Şimdilerde ise bu iş başlı başına bir meslek ve aile şirketlerinin devamlılığı için önemli bir hizmet haline geldi. Bu aileleri ve bu gençlerin ebeveynlerini bu noktada bir iki konuda bilgilendirmek isterim. Çok net ve sade olarak aile şirketlerindeki gençlerin iş hayatında üst makamlara hazırlanması olayına iki evreden bakmak istiyorum. Gencin iş hayatına atılmasının öncesi ve sonrası.

İlk olarak bırakın o gencin aile işinin başına geçmesini, dışarıda bambaşka bir iş yapacaksa dahi, öncelikle iyi bir eğitim alması gerekiyor. Burada eğitim demek yurtdışında pahalı bir üniversite eğitimi demek değil. İsimli bir üniversite eğitiminin bir artısı yok mudur? Vardır elbet ama hem şart değil hem de tek ve en iyi yöntem bu değil. Buradaki asıl eğitim anne ve babanın bu çocuğa aile içinde vereceği eğitimdir. Aileler, genellikle de patron olan babalarda görüyoruz bu eğilimi; işlerin yoğun olmasını bahane ederek çocuklarının neredeyse tüm yükünü tek başına annelere bırakıyorlar. Şunu unutmamak gerekir ki insan gördüğünü taklit ederek öğrenir. Hayatının ilk yıllarında kendilerine güzel huyları ve alışkanlıkları ile hem anneyi hem de babayı dengeli biçimde örnek alacaklardır. Beraber geçirilecek akşamlar, hafta sonları, yaz tatilleri, bayramlar, etkinlikler çocuğa çok şey öğretecektir. Bu zamanlarda çocukların ilk yıllarında öğrenmeleri gereken küçük bilgileri kulaklarına fısıldayacak olan kişi anne/baba olmalıdır.

Bunun yanında gençliğe adım atarken bu geleceğin patronlarına hem sanat hem de spor içerisinden güzel hobiler, alışkanlıklar edindirmek gerekir. Neticede sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Eski Yunanistan’da Gymnasium denen alanlarda spor ve felsefenin birlikte yapılıyor olması bize bu insanların beden kadar da akıl sağlığına verdikleri önemi göstermektedir. Öyle ki, o zamanlarda bedenin veya aklın birinden yoksun olarak tek başına geliştirilmeye çalışılması büyük eksiklik sayılırdı.

Bu dönemlerde çocukların başka bir takım kültürel faaliyetlerinin ve o yaşlara göre girecekleri arkadaş ağlarının ve çeşitli başka toplulukların (network) ailenin tam kontrolünde değilse bile gözetiminde olması kişisel gelişim açısından çok önemlidir. Bütün bunlarla beraber çocuğun yanında yetiştiği ailenin kitap okuduğu bir ortam olmasının öneminden bahsetmeye bile sanırım pek gerek yok. 

Eğer bunları az çok sağladıysak ve bu genç güzel de bir üniversite eğitimi aldı ise gelelim ikinci evreye, yani çocuğun ailenin işinde çalışmaya başlaması faslına. Burada birincil önemli olay, söz konusu gencin ailenin işinde çalışmaya başlamadan önce kesinlikle kendi başvurup bulduğu bir işte bir iki sene çalışmasıdır. Şimdi dahi bunun çok zaman atlandığını görüyorum. Ya da en fazla 3-5 ay dışarıda çalışan genç hemen aile işine alınıyor. Burada kilit kavram bence kendini ispat meselesi. Kişi önce dışarıda bir işte çalışmalı ve mümkünse çalıştığı yerde bir yükselme yapmalı ya da bir proje tamamlamalıdır (veya tamamlanan bir projenin bir parçası olmalıdır).

Bundan sonra kişinin ailesinin şirketinde bilgi ve becerilerine göre bir pozisyondan başlaması uygundur. Bu noktada gördüğüm hata ya bu gence süpürge verip olmayacak bir iş yaptırılması ya da bir anda şirkette bir müdürlük, genel müdürlük verilmesi oluyor. Ben şahsen bunlara karşıyım. Böyle bir genç dışarıda nasıl bir pozisyonda iş bulacak ise, ya da şirket bu vasıflarda bir genci hangi pozisyondan iş yerinde başlatacak ise, bu genç de ailesinin şirketinde aynı pozisyondan başlamalıdır.

Bu noktadan sonrasında tabi biz profesyonellerin uyguladıkları ve bu yazı ile özetlenmeyecek pek çok yöntem ve teknik var. Ama bu işi kendisi üstlenmek isteyen ailelere şunu söyleyerek tamamlamak istiyorum ki bu aşamadan sonra o gencin büyüğü olan o patrona düşen görev büyük bir sabır ile yol göstermektir. Unutmamak gerekir ki iş hayatının başlarında gençler ile üst düzey yöneticiler arasında bilgi ve tecrübe olarak dağlar vardır. Bütün bu dağların birkaç ay ya da bir iki senede bir anda aşılması beklenmemelidir.

Tunç Vidinli

Veliaht Koçu

 

Veliaht yetiştirmek üzerine ücretsiz bir eğitim için lütfen tıklayın.

Zor Zamanlar Neyi Gerektirir?

Albert Einstin

Delilik tekrar tekrar aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemektir demiş Albert Einstein. Zor zamanlar zor kararları, ekstra kararları gerektirir. Böyle zamanlarda pek de hoşlanmadığınız, belki yapmaktan rahatsız olduğunuz şeyleri yapmanız gerekebilir. Kriz denilen kavramın sınırları farklı ekonomistlerce farklı çizilmişse de önemli olan ekonomide bir krizin olup olmadığı değil, sizin bunu kendi şirketinizde yada içinde bulunduğunuz endüstride hissedip hissedemediğinizdir. Eğer ne olduğunu finanssal tablolara bakarak görmeseniz yada göremeseniz dahi belki de durumu önsezileriniz ile hissediyorsanız bile belki de tehlike çanlarının sesinin uzaktan geldiği bir krizi fırsata çevirmek elinizdedir. Tehditleri fırsata çevirmek ise tam anlamıyla düşünce yapınızı değiştirmeniz anlamına gelir. Ben buna bazen beynimizdeki inovasyon diyorum.

Malumunuz ki dünya ve dahi iş dünyası sürprizlerle dolu. Sizin şirketiniz zor durumda olmayabilir ama yine de böyle zamanlarda bir takım önlemler almak gerekir. İşte bu önlemlere krizi fırsata çevirmek diyelim. Aşağıda her aklı selim şirket yöneticisinin aklında bulundurması gereken temel taşlarını anlatacağım. General Motors, American Airlines, IBM, Chrystler, Lego gibi firmaların hikayelerini incelerseniz bir iki tanesinden sonra ben bu filmi görmüştüm demekten kendinizi alamayacaksınız.

Öncelikle bu şirketlerin hepsinin başında böyle dönemlerde çok sıkı yöneticiler görürsünüz. IBM’in Watson ailesinden sonra gördüğü en büyük yöneticisi Louis Gerstner ya da Ford’un meşhur otomobili Mustang’in fikir babası ve sonra Chrystler’i uçurumdan çevirmeyi başarabilen efsanevi Lee Iacocca’yı unutabilmek mümkün mü? Tabi ki dünya çapında bir efsane olunmasa da böylesine sıkı bir lider olmak için “ben lider olacağım” demek yetenez. Bu insanlar o noktaya gelene kadar kendilerini çok güçlü yetiştirmişlerdir. O yüzden eğer engin denizlerdeki fırtınaları aşmak isteyen bir kaptansanız, öncelikle kendinizi çok güçlü yetiştirmeniz gerekiyor. Yıllardır sahip olduğunuz düşünüş biçimi sizi yolculuğun bu durağından sonrasına sizi taşımayacaktır. Böyle bir yönetici olmanın ne demek olduğunu Jim Collins’in 5nci Düzey Liderlik tanımında bulabilirsiniz.

Böyle zamanlarda hızla atılması gereken iki başlık vardır. Unutmayın hız iş hayatında böyle dönemlerde en çok ihtiyaç duyacağınız yeteneğiniz olacaktır. Bu iki başlık da bunda ne var, herkes bunu bilir diyeceğiniz gibi masrafları düşürmek ve satışları artırmaktır. Bu iki kavram sizlere çok sıradanmış gibi gelse de masraf azaltma hareketi yutulması gereken acı ilaç gibidir. Bu noktada asıl hoşunuza gitmeyecek şeyleri yapmak zorundasınız. Bu aşamada ilk ihtiyacınız olan sağlam bir finanssal analiz yöntemi. Bu yöntemin nasıl bir görüntü sergilediği her şirketin büyüklüğüne göre değişebilir. Eğer küçük bir ofiste çalışan ve iki üç kişiden oluşan bir firma iseniz bunu ön muhasebecinizin yardımı ile siz yapmak zorundasınız yada varsa finans direktörünüzün yardımını almaya ihtiyacınız olacaktır. Satışını yaptığınız her türlü üretim yada ticari malın hesabını tek tek açın. Bakın bakalım bunların size gerçek maliyeti nedir. Aradığınız şey enerjinizi en fazla tüketen fakat getirisi en az olanlarıdır. Çoğu zaman yıllar içerisinde işler geliştikçe kazandığınız paranın rahatlığı ile açılmaya başlarsınız. Farkında olmasanız da uğraştığınız bazı ürün yada hizmetler resmen enerji ve kaynaklarınızı sömüren bir fanteziye dönüşür. Bunları çocuğunuz gibi görmeye dahi başlasanız da bunlara veda etmenin zamanı gelmiştir. Böylesine zor dönemlerde en son ihtiyacınız olacak şey maddi ve beşeri kaynaklarınızın sömürülmesidir. Bunlar bir ürün değil, bir aktivite de olabilir. Belki karmaşık bir pazarlama ya da işe yaramaz bir yönetim sistemi olabilir. Fakat bunu yapması benim söylediğim gibi basit değildir. İnanın bana dışarıdan bakan bir göz sizin göremediğiniz şeyleri görecektir. Bunu da mı, bari bu kalsın diye sormanızı sağlayacak masraflardan bahsediyorum. Bir gemi batarken insanlar canlarını kurtarma pahasına o an yanlarında taşıdıkları en değerli eşyalarını dahi düşünmezler. Belki sizin için de silkinmenin zamanı gelmiştir.

Atmamız gereken ikinci başlık da satış. İşte bu nokta sizi fırtınada batması muhtemel diğer gemilerden ayıracak olan kritik bir noktadır. Öncelikle şunu analiz edin, potansiyeliniz kadar satabiliyor musunuz? Eğer cevabınız hayır ise bu iyi bir şeydir. Zira bu, daha fazla satış yapabileceğiniz anlamına gelir. Şunu unutmayın ki piyasada tek değilsiniz ve piyasadan yakın zamanda çekilecekler olacaktır. Sonuçta şirketinizin kişisel satış performansı kadar bir de endüstrinin toplam pastasından ne kadar büyük bir dilim aldığınız da var. Böyle dönemlerde vazgeçtiğiniz maliyetlerinize satış kaynaklarını da eklemeyi düşünüyorsanız tekrar düşünün. Eğer bir şeyden vazgeçmeniz gerektiğini fark ederseniz muhtemelen bu satış ekibi yada size birincil öncelikli iş getiren pazarlama faaliyetleri değil, satış ve pazarlama kaynaklarınızdan gereksiz yere paya alan ürün yada hizmetleriniz olabilir. A ürününü tutup B ürününün satış ve pazarlamasına son vermeniz satış ve pazarlama kaynaklarınızı kısıtlamanız ile aynı şey değildir. 20-80 kuralını unutmayın. Faaliyetlerinizin %20’si gelirinizin %80’ini sağlıyor olabilir. İşte bu düşünceden hareketle bakın bakalım nerede enerjinizin %80’ini hortumlayıp gelirinizin sadece %20’sine katkı sağlayan bir ürün yada hizmet var.

Kısa vadede bu iki noktaya akıllıca yaklaşmak ve hızla karar verip hareket etmek öncelikle beyninizde bir inovasyon yapmanızı gerektirir. Bu iki nokta çok da bilinmedik konular olmayabilir fakat burada asıl göz ardı edilen şey bunları uygulamada geç kalınmasıdır. Bu gecikmenin sebebi ya acı ilacı yutmaya yanaşmama ya da sorunun kaynağını görememedir. Olumlu ekonomik şartlar altında gemisini su üstünde yüzdüremeyen şirketler gibi en çetin fırtınalara göğüs gerebilen ve kriz dönelerini rahat atlatmayı başaran şirketler vardır. Bu hatalara düşmemenin en önemli yolu da her şeyden önce değişime açık olmanız ve inovasyona kendi bakış açınızı değiştirerek başlamanızdır. Bu aynı zamanda stratejik planlama yapmak demektir.

Einstein’ın dediği gibi delilik tekrar tekrar aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemektir.

Napolyon’un Asaleti

Napolyon’un komutanları, üst düzey devlet adamları bir masada toplanıyorlar. Soyluluğun ve asaletin kendilerine nereden geldiğini anlatıyorlar.

Bir tanesi kalkıp diyor ki “Bizde asalet dedem Ferdinand’dan başlar.”
Sonra öbürü kalkıyor “Bizde soyluluk büyük büyükbabamdan başlar.”

Sırayla hepsi kalkıp anlatıyorlar. Sıra Napolyon’a geliyor ve şu cevabı veriyor.
“Bizde asalet benden başlar.”

Sizde asalet nereden başlıyor?

Beyin Yıkama

1950’lerde Kore Savaşı bitince Çin’in Amerikalı esirleri ülkelerine göndermesiyle Amerikalılar çok tuhaf bir şeyler olduğunu fark ediyorlar. Esir tutulan askerler esaret sırasında komünizme karşı anlamlandırılamayan bir ilgi duymaya başlamışlar. Amerikalılar buna çok şaşırıyorlar. Takdir edersiniz ki Amerika komünizme son derece karşı, hele ki soğuk savaşın o en çetin yıllarında.

Edward Hunter isimli bir gazeteciyi, ki aynı zamanda bir Cia ajanı, görevlendiriyor. Amerikalılar’ın esaret altında tutulmalarına rağmen neden komünizme bırakın düşmanlık beslemeyi, tam tersine sempati beslediklerini öğrenmek istiyorlar. Çok ilginç bir hikayeyle karşılaşıyor. Esir kamplarındaki askerlerin esaretlerini sıradışı bir şekilde geçirdiklerini öğreniyorlar. Bütün o süre boyunca Çinli askerler arasında çeşitli münazaralar düzenleniyor. Bir masaya karşılıklı gruplar halinde oturtularak tartıştırılıyorlar. Bu münazaraların konusu da komünizm mi, kapitalizm mi daha iyi ya da Çin mi, Amerika mı.

Tahmin edersiniz ki ekseriyetle komünizim galip geliyor. Tabi gerçekçi olması için bazen karşı görüşün de kazanmasına izin veriyorlar. Karşılığında bu esirlere bir esir için kıymetli sayılacak ödüller veriyorlar, bir sigara ya da özel bir yemek gibi. Bu münazaralar hafta, sürekli yapılıyor arka arkaya. Doğal olarak Amerikalılar da ödülleri kazanmak istiyorlar ki esaret biraz daha rahat geçsin. Zaman içinde kazanmak istedikleri için, gönülden komünizmi savunmaya başlıyorlar. Neticede görülüyor ki Amerikalılar komünizme karşı bir sempati duymaya başlıyorlar, beklendiği gibi karşı tarafa düşmanca hisler beslemiyor. Edward Hunter bu konuları derliyor, raporluyor ve bunu ‘’brain washing’’ yani beyin yıkama olarak adlandırıyor. İşte beyin yıkamanın tarihçesi bu şekilde başlıyor. Tabi ki kelimenin ilk kullanılmasından önce beyin yıkamanın tarihte öncesi de var, Nazi’lerin yaptığı bir takım deneyler vesaire. Sadece savaşta da değil barış zamanında da birçok örneklerini görüyoruz.

Bir insanın beynini yıkamak istiyorsanız o insanı zorlamazsınız, o işi tatlı dille anlatırsınız, sürekli tekrar edersiniz ve kişinin kendisinin o işi benimsemesini sağlarsınız. Beyni yıkanan kişi de bir zaman sonra söz konusu fikrin neferi olup çıkar.

Beyin Yıkama Tekniklerine Müsade Etmeyin

Bir insanın beynini yıkamanın hiç savunulacak bir tarafı yoktur. Beyninizin yıkanmasına müsaade etmeyin. Peki, buna müsaade etmemenin yolu nedir? Bunun yolu bol bol okumak, araştırmak, farklı görüşten insanlarla konuşmak, her görüşü dinlemek ve tartışmaktır. Hatta sizin görüşünüze karşı görüşten insanları dinleyin, o insanları gerçekten anlamak için dinleyin. Yargılamak için değil, öğrenmek için sorun. O insanların okuyarak o kanıya vardıkları kaynakları siz de okuyun. Kendi kaynaklarınızdan edindiğiniz bilgileriniz ile karşılaştırın o görüşleri.

Maalesef ki insanların çoğu zaman kendi görüşlerini bile okumadıklarını, derinden bilmediklerini fakat mikrofon uzatıldığında çok fikirleri olduğunu görüyorum. En temel konularda bile çok zayıflar insanlar. Kulaktan dolma, bir iki sağdan soldan duyma bilgi ile her şeyi bildiklerini sanıyorlar. Sonra bir başkası başka bir görüşü savunduğu zaman ateşli bir şekilde karşı gelmeye çalışıyorlar. Açın dünyanızı. Okuyun, gezin, görün, sorun ve öğrenin. İnsanların artık bir daha sizin beyninizi yıkamalarına müsaade etmeyin. Kendinizi doğru ve doğrulanmış bilgiyle doldurursanız, beyninizi kolay kolay yıkayamazlar.