Yeni İşe Başlayan Gençlerin Sorumlulukları

Çocuğunuz büyüdü, okulundan mezun oldu ve artık iş hayatına girdi. Büyüdü büyümesine ama hala eski alışkanlıkları devam ediyor. Bir şekilde sorumluluklarını üzerine aldı diyemiyorsunuz. Belki sabahları işine geç gecikiyor, belki takibindeki işler yarım kalıyor. Daha hala, tam olarak büyüdüğünü düşünemiyorsunuz.

Nerede yanlış yaptınız? Yada yanlış size mi ait? Bir dediğini iki etmediniz veya çocukken en ufak bir şımarıklığına geçit vermediniz. Sevecen ebeveyn oluyorsunuz olmuyor, sert yapıyorsunuz tutmuyor. Kim bilir belki de sürekli yanındaydınız ve nerede bir zorluk yaşasa hemen uzanıp elinden tuttunuz.

Esasen buradaki kilit kelime sorumluluk. “Koca adam oldu sorumluluklarını bilmiyor.” diyorsanız haklısınız. Peki sorumluğun nasıl bir şey olduğunu öğrenmesine müsade ettiniz mi? Şöyle bir geriye gidin, çocuğunuzun 8-10 yaşlarına kadar. Bahsettiğiniz sorunlar büyük ihtimal ile o yaşlardaki sizin ona karşı davranışlarınızdan başlıyor. Sorumluluk bazı davranış şekillerinin bir bileşimidir. İnsanoğlu yapısı gereği gerçekten bir gerekçe görmedikçe bir davranışta bulunmaz.

Örneğin acıkmazsanız, yemek yemek için yiyecek arama derdine düşmezsiniz. Bir tehdit algılamadığınız sürece savunma ihtiyacı hissetmezsiniz. Gelecek kaygısı duymazsanız karnınız tok olduğu halde bir sonraki yiyeceğinizi düşünmek zorunda olduğunuzu hissetmezsiniz. İşte sorumluluğunuz olan işleri de gerçekleştirmeniz için o sorumluluğun bir gerekçesi, derinden sizi ilgilendiren bir sonucu olmalı. Bunlar biyolojik gereksinimler olduğu gibi, sosyal gereksinimler de olabilir.

Diyelim tek yaşıyorsunuz, evinizi toplamıyorsunuz ve bu dağınıklık sizi rahatsız etmiyor. Bir gün saygı duyduğunuz ve bir şekilde etkilemek istediğiniz birini davet ettiniz evinize. O zaman toplarsınız değil mi? Aslan yattığı yerden belli olur. Tabi eğer gelen kişiye “Yaşadığım yeri dahi toplamayacak kadar tembelim.” mesajını vermek istemiyorsanız.

İşe geç gelmeyi ele alalım. Siz kendi işinize neden sıkı sıkıya sarılıp erkenden gelirsiniz? Çünkü yaşamınız buna bağlıdır. İşiniz ellerinizden kum gibi akıp gittiği anda felaketiniz olacağını düşünebilirsiniz. Bu sebepten de iş yerindeki sorumluluklarınızı yerine getirirsiniz. 7 yaşından 77 yaşına kadar tüm insanlar için durum budur. İnsan beyni temelde değişmez. Derin bir gerekçe olmadığı sürece beyin, vücudu harekete geçirmez. Buna iç disiplin denir.

Peki bütün bu zamana kadar çocuğuna bağırıp çağıran, kaba tabiriyle fırça atan babaya ne demeli? O da evlat sevgisinden. Evladını koruma gerekçesi ile onun iyiliğini istemektedir. O yüzden evladı düzelecek yanılgısı ile bağırıp durur. Sonuç? Sonuç başarısızlık, kendini düzeltmeyen evlat. Baba da bağırıp çağırıp, bazen dövüp, çocuğunun ruhunda bıraktığı izler ile anılır ömür boyunca. Bir gün gelip kurt kocayınca da artık ne derler bilirsiniz.

İşte bu yüzden çocuklarınızın sorumluluklarını bilmesi için gereken ortamı yaratmanız gerekiyor. Bu ortam “Bırakayım eli yansın, bir daha yapmaz.” diye sobaya yapışmasına müsade ettiğiniz durum değil. Bu, çocuğunuzdan beklediğiniz şeyler için gerekçeleri incelemeniz demek. Yani daha çok çaba sarf etmelisiniz. Durmadan anlatmaktan vazgeçip anlamaya çalışmalısınız. Bunun için de önce kendinizle başlayabilirsiniz. Siz onun yaşındayken çok mu mükemmeldiniz? Siz bir takım hatalarınızı nasıl düzelttiniz? Bunu bir de annesi ile tartışın isterseniz. Sonuçta ortak genlerden bahsediyoruz.

İşte çocuğunuzun sorumluluğu sizinle başlıyor. Bırakın onun vazifesi olan şeyleri üstlenmeyi. Bırakın yapmıyor, etmiyor diye sinirlenip bağırıp çağırmayı. Bağırıp çağırmak işe yarasaydı, bunca zamandır bağırdıkça her seferinde daha iyiye gitmesi, sonucun muhteşem olması gerekmez miydi? Önce siz alın kendi sorumluluğunuzu elinize, sonra da çocuğunuzun almasını sağlayın.

Tabi ki bu bir süreç ve zaman alacak. İlk önce sizin çocuğunuzu tanımanız bir süre alacak, sonra yeni öğrendiklerinizi sabırla uygulamanız ve çocuğunuzun değişimi. Bu belki bir sene sürecek belki iki sene. Alışılmış, kemikleşmiş davranışların da bir gecede yada bir kaç haftada değişmesini bekleyemezsiniz. Bu, zaman alır ve asıl disiplin budur, sorumluluk budur.

Satış Tekniklerinin Temeli

Bu kalemi sat bana klişesi. Bu soru adaylara şirketlerine satış temsilcisi yada satış mühendisi alacak İK temsilcilerince zaman zaman sorulur. Peki bu sorunun cevabının altında yatanı gerçekten anladık mı? Anladıysak dahi uyguluyor muyuz? Satışın temelinde bir soruna çözüm vardır. İşte bu kalemi sat derken de bunun cevabının hangi sorunu çözdüğü önemlidir.

Tüm satış tekniklerinden önce bu videoda anlattığımı yapmıyorsanız, başarılı olma şansınızı azaltıyorsunuz.

Hedef dediğin nedir ki?

 

Hedef, üzerinde renkli yuvarlak çizgiler olan daire şeklinde bir tahta. Elinizde de bir ok var ve onun ortasına isabet ettirmeye çalışıyorsunuz. Google görsellerde arayın, karşınıza bundan çok farklı bir şey çıkmayacak. Bu mudur hedef? Hedef dediğin ulaşılmak zorunda olan nokta mı?

Hem evet, hem hayır. Anlatayım.

Hayata yeni adım atmış bir gencin en büyük fayda göreceği şey, bir hedefinin olmasıdır. Bazen ailesinden kendine bir kurulu düzen kalacak gençlere hedeflerini sorduğumda “Kendimi yetiştirip ailemin işinin başına geçeceğim.” cevabını alıyorum. Bence bu bir hedef değil. Bu, sadece şu an gitmekte olduğu yolun bir sonraki kaçınılmaz durağı. Zira tarih, sıfırdan başlayıp kendinden misli misli fazla imkanlara sahip olanları ezip geçenlerle doludur.

Alışkanlığımdır nerede sohbet edecek bir genç bulsam, çocuklara “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorulduğu gibi “Hedefin ne?” diye sorarım. Düşünün ki herhalde Büyük iskender 22 yaşında yola çıktığı zaman “Bir yere gidelim de neresi olursa olsun.” dememiş. Bu arada İskender’in hocasının da Aristo olduğunu unutmamak lazım. İskender öldüğünde bilinen dünyanın neredeyse çoğunu fethetmiş ve Cengiz Han’dan sonra yüzölçüm olarak en büyük imparatorluğunu kurmuştu.

Tabi ki herkesin Büyük İskender olmasını beklemek mantıksız olur. İş hayatının ilk yıllarında, 40 yıl sonraki hedefi görmek kolay değildir ama sonunda nereye gideceğini bilmeden hareket etmek de gelişmenin önünde bir çeşit engel teşkil eder. Bu durumda bir hedef yok diye hedef düşünerek boş gezinmenin de bir manası yok.

Bazen hayat, hedefi bize bir ilham şeklinde sunabilir. Çok duymuşuzdur 40 yaşına kadar bir mesleği yürütüp, 40 yaşında kendine “Ben ne yapıyorum?” diye soran, mutluluğu başka yerde arayanları. O yüzden bir gencin bir hedefi yoksa dahi onun yerine koyacağı bir şeyler olmalıdır. Daha doğrusu bir gün o ilham geldiğinde, o ilhamdan esinlenerek harekete geçmek için hazırlıklı olmak gerek. İşte bir hedefimiz henüz yoksa dahi yapmamız gereken şey, şimdiden hazırlanmaya başlamaktır.

Kişi en nihayetinde belirli bir olgunluğa eriştiğinde, belki 30 yaşında belki 40 yaşında kendini daha iyi tanıyor. O yüzden yaptığı tercihler ve aldığı kararlar da bu yönde oluyor. Öyleyse bu hazırlığın ilk aşaması kendini tanımaya çalışmaktır.

Bu genç ondan sonra kendine şunu sormalı: “Bu yeni tanıdığım ben, ne konularda kendini daha rahat, daha huzurlu, daha başarılı olabilecek gibi hisseder?”. Bu soruya vereceği cevap ile de kendini geliştirmelidir. Bu gelişim içerisinde kitaplar, kurslar, eğitimler, alınacak koçluklar, mentorluklar, gözlemlenecek ve örnek alınacak kişiler, tanışılacak yeni insanlar, belki meditasyon, bir hobi, müzik aleti, sanat dalı olabilir.

Yani zamanını boşa harcamadan bilinçli ve sistematik bir şekilde çalışma, bu çalışma için de güzel alışkanlıklar edinip, hayatını bir düzene sokma, bir gencin hedefine ulaşmasında fayda sağlayacak şeylerdir.

İşte o genç, bir gün gelip de “Ben hayatımda şunu yapmaya karar verdim.” deyip de hedefine yöneldiğinde dolu dolu, becerikli bir birey olmuştur. Artık hedef ne olursa olsun, o hedefe varmak için ihtiyaç duyulacak araçların önemli bir kısmı hazırdır.

Boş Zaman Yönetimi

Boş zaman gibi gözüken anların boşa harcanabileceği düşünülmemeli. Lakin boşa giden her an hayatımızdan gitmektedir. Hepimizin boş zaman yönetimi yapmaya ihtiyacımız var. Yoksa diğer türlü boş olan zamanlarda hiç bir şey yapmamayı düşünmek demek en değerli olan şeyin, zamanın boşa harcanması demek olur.

Düşünün ki her gün boşa harcadığınız, mesela toplu taşıma ile işe gidip geldiğiniz toplamda bir saatiniz olsun. Ayda ortalama 22 gün, yılda yaklaşık 264 gün içerisindeki 264 saati boşa harcıyorsunuz demektir. Yazık değil mi onca boşa giden zamana? Gün içerisinde değerlendirebileceğiniz boş anları keşfedin ve o zamanları kullanın. Buna boş zaman yönetimi denir.

Evlatlarımıza En Büyük Mirasımız | Proaktif Olmak

Şu an geldiğim noktadan geriye baktığımda kendime sorduğum bir soru var. Geçmişe gidip genç Tunç’a söyleyecek iki çift sözüm olsa ona ne derdim? İşte bu soruya verilecek cevap hayatın başındaki tüm gençlerimizi ve örnek evlat yetiştirmek isteyen ebeveynleri ilgilendiriyor.

Proaktif kelimesini öğrendiğimden beri bu kavramın ıssız bir adaya düşersem yanıma almam gereken en önemli şey olduğunu biliyorum. Gençlere hayatlarının başında edindirmemiz gereken en gerekli özellik proaktif olmak.

Peki proaktif yaklaşım nedir?

Benim için proaktif olmak en basit anlatımıyla beynini kullanmaktır. Olaylar karşısında “Peki ben ne yapabilirim?” sorusunu sormaktır. Proaktif kişi değiştiremeyeceği şartlar hakkında oturup söylenmek yerine şartları değiştirmek için bir şeyler yapar. Elde etmesi gerektiğine inandığı yollar tıkanmışsa, olaylara karşı bakış açısını değiştirir. Bu özelliği ile proaktif bir insanın hayatta keşkeleri olmaz. Hayata “keşke şuyum olsaydı” gözüyle değil, “o zaman o vardı, ben de böyle yaptım” gözüyle bakar, keşke diyecek bir durumun oluşmasına müsade etmez. Proaktif bakış açısına sahip kişi içinde bulunduğu durumda koşulların oluşmasını beklemez, ayağa kalkar ve şartları değiştirmek için yaratıcı çözümler geliştirir ve adım atar.

İşte kızımızı/oğlumuzu hayata hazırlamak istiyorsak, ona öğretmemiz gereken belki de ilk kavram proaktif olmaktır. Başarıya giden yolda kişinin cebine koyması gereken ilk bilgidir bu.

Herkes en azından kendi çapında bir başarıya erişebilir. Başarı, kişisel gelişimin öncülerinden Earl Nightingale’in tanımı ile, değecek bir hedefin ilerleyici olarak gerçekleştirilmesidir. Earl Nightingale başarının bir sırrı olduğuna inanır ve bu sırrın insan beyninde olduğunu düşünür. İnsan beynini bir tarlaya benzetir. Bir tarlaya ne tohumu ekerseniz, bir zaman sonunda onu elde edersiniz. Beyin de tarla gibidir der. Ne ektiğinize aldırmaz, ne ekerseniz karşılığında size onu verir. Yani ne düşünürseniz o olursunuz; ne ekerseniz onu biçersiniz. İşte bunu derinden anlayabilmek, proaktif olmanın nasıl bir şey olduğunu kişiye anlatacaktır.

İki insan düşünün, Ali ve Veli olsun. Aynı mahalleden iki çocuk ve ikisinin de babası aynı fabrikada benzer işleri yapıyorlar.

Ali kendi hayatını şekillendiren şeyin bulunduğu ortam ve anne babasından gelen genler olduğuna inanıyor. Ben buyum diyor, daha varlıklı bir ailede, daha zengin bir mahallede doğmadığı için kendini şanssız görüyor. Bu sebepten de önüne ne konursa ona razı geliyor, kısmetim buymuş diyerek aklını bilinçli bir şekilde bir hedefi gerçekleştirmek üzere kullanmıyor. Hayatında bir ilerleme kaydedecek hiç bir tutuma girmiyor. Ali sizce sürekli olarak kendine bunları söyleyerek onbeş, yirmi sene sonra nerede olacak?

Bunun yanında Veli’yi ele alalım. Hayatın başlarında onun için de dış etmenler farklı değil. Aynı mahalle, aynı iş yerinde benzer işleri yapan babalar, aynı gelir düzeyi. Ama Veli, Ali’nin tersine, çaba sarf ederse bazı şeyleri değiştirebileceğine inanıyor. Bu yüzden kendini geliştirmek için boş zamanlarında sürekli bir şeyler öğrenmeye çalışıyor. Bir amaca ulaşmak için sürekli etrafındaki insanları kendisi için bir şeyler yapmaya ikna ediyor. Şartların daha iyi olmasına çalışıyor. Alt dallardaki elmalar toplanmışsa üst dallara erişmek için merdiven bulup getiriyor. Bilerek ve azimle aklını kullanıyor. Peki sizce Veli bu bakış açısı ile onbeş, yirmi sene sonra nerede olur? İkisinin de aynı yerde olacağını sanıyorum, ki siz de düşünmüyorsunuz herhalde.

İşte bu proaktif bakış açısıdır. Sabit fikirlilikten kurtulup, değişken bir kafa yapısına geçmektir. Evlatlarımıza vermemiz gereken en önemli tavsiyedir. Onlara bırakacağımız en büyük mirasımız…

Proaktif Ne Demek?

İş hayatında yükselmenizi sağlayacak gerçek eğitimler ile Veliaht Akademi açılıyor.

Proaktif durumlar karşısında olayların kendi kendine gelişmesine müsade etmeden, ben ne yapabilirim düşüncesi ile hareket demektir. Bunun tersi olan reaktif davranışın tersine, proaktif bakış açısı ile davranışta kişi olumsuzluklara söylenmez, kalkar ve harekete geçer.

Proaktif olmak başarılı iş insanlarının, sporcuların, sanatçıların ortak özelliğidir. Dikkat edin, biraz araştırın bunu göreceksiniz. Ben bunu etrafımdaki başarılı ve takdir gören neredeyse tüm insanlarda çok açık bir şekilde görüyorum.

Proaktif kelimesinin tam anlamını öğrenmek istiyorsanız buyurun videomu izleyin. Zira proaktif olmak benim belki de en önemli tavsiyemdir.

İşinizin Başına Geçireceğiniz Çocuklarınızı Eğitin

Bizde öğretim ve okul sonrası eğitim genelde aynı şey sanılır. Öyle olmadığı bilinse dahi okul sonrası eğitime pek önem verilmez. Okul okumanın iş hayatına başlamak için yeterli olduğu düşünülür.

Esasen okul okumak, hatta saygın ve güvenilir bir okuldan diploma almak iş hayatına başlangıç için yeterli olsa da, eğer sizden sonra yerinize geçmesini beklediğiniz çocuğunuzdan, yani bu durumda veliahtınızdan önemli beklentileriniz var ise o kişinin kazanması gereken ve okullarda öğretilmeyen bir takım bilgi ve yetenekler de vardır.

Burada şu soru aklınıza gelebilir: Hepimiz bir yerlere geldik, böyle bir eğitim mi aldık? Doğru, siz servetinizi böyle bir eğitim alarak oluşturmadınız. Fakat sizin gibi yola çıkan herkes, sizin kadar şanslı ve/veya başarılı mıydı? Peki sizi bu noktaya getiren şey, veliahtınızı bu noktadan ötesine götürür mü? Sonra, evladınız sizin bir kopyanız mı ki herşeyi sizin bıraktığınız yerden aynı şekilde devam ettirsin?

Sizin evladınızdan beklediğiniz herhangi bir başarılı çalışandan beklenenden çok daha farklıdır, muhtemelen de çok daha fazlasıdır. Başarılı bir profesyonel, o noktaya gelmek için pek çok iş değiştirmiş, farklı vazifelerde bulunmuş ve en önemlisi ne yapıp etmiş kendi eşitleri arasından sıyrılmıştır. 45-50 yaşına gelmiş, başarılı bir yöneticinin elde ettiği kazanımları 25-30 yaşında, büyük ihtimal ile de daha korunaklı bir ortamda yetişmiş birinden beklemek biraz haksızlık olmuyor mu?

Bu konuda ben uzun yıllardır elde ettiğim birikimlerden şu sonuca vardım ki yukarıda anlattığım konumda bir genci böylesi bir iş hayatı temposuna hazırlamanın en efektif ve etkili yolu veliaht koçluğu. Bu çalışmada koç, veliaht olan danışanı ile aynı anda hem bir profesyonel ilişki, hem de bir ağabey kardeş ilişkisi içerisinde ilerleyecek. Koç olan kişi evladınızı kendi kardeşi gibi görecek. Bunun farklı örneklerine tarihte rastlamak çok mümkün. Şems-Mevlana, Akşemseddin-Fatih, Sokrates-Eflatun (Platon), Donatello-Verrocchio-Leonardo, Şeyh Edebali-Ertuğrul Gazi ve Osman Gazi akla gelen ilk örnekler.

Böyle bir çalışmanın başarılı olabilmesi için gerekli süre de en az bir buçuk, iki sene. Biliyorum kısa bir zaman ve az bir masraftan bahsetmiyorum. Ne var ki burada söz konusu olan da herhangi bir şirket çalışanı ve hatta herhangi bir üst düzey yönetici değil, yılların birikimi ile elde ettiğiniz servetin bir sonraki sahibi, ayrıca da biricik evladınız.

Bütün bunlar düşünüldüğünde de bence bu konuda, bu konunun bir uzmanından yardım almak kaçınılmaz oluyor.

(Tanışımak ve Veliaht Koçluğu hakkında detaylı bilgi almak için iletişim sayfasındaki telefon numaramdan irtibata geçebilirsiniz.)